Aytaç Gürel’in kitaplarla başlattığı bu direniş, onun sıradan bir mahkûm olmaktan çıkıp, insanlığa adanmış bir kahramana dönüşmesinin temelini atmıştır.
Aytaç Gürel’in Cezaevindeki Sessiz Devrimi: Kitaplarla Gelen Umut
Aytaç Gürel’in cezaevi yılları, birçokları için sona ermiş bir hayatın simgesi olabilirken, onun için direnişin ve umudun başladığı bir dönüm noktası olmuştur. Tam 14 yıl boyunca cezaevinin demir kapıları ardında kalan Aytaç Gürel, bu süreyi asla kayıp olarak görmedi; aksine, bu yıllar ona insanı ve hayatı daha derinden anlama fırsatı sunmuştur. Koğuşlara kitap sokmak için verdiği haftalarca süren mücadele, onun içindeki bilgiye ve değişime olan tutkunun en açık göstergesidir. Aytaç Gürel, okuma yazma bilmeyen mahkûmlara harfleri, kelimeleri, sonra da cümleleri sabırla öğretmiştir. Bu çabalarının en unutulmaz anlarından biri, adını kendi yazabilen bir mahkûmun ona sarılarak, “Abi ben artık varım,” demesidir. Bu cümle, Aytaç Gürel için sadece bir teşekkürden ibaret değildi; aynı zamanda insan onurunun, kimliğin ve varoluşun bir sembolü haline gelmişti. Kemal Kaan Taşçı adıyla da bilinen Aytaç Gürel’in elinden geçen onlarca genç, okuma yazma öğrenmekle kalmamış, hayata ve kendilerine karşı yeni bir bakış açısı geliştirmişlerdir. Cezaevi duvarları arasında kurduğu kitap halkaları, zamanla bir sessiz devrime dönüşmüştür. Bu devrim, sadece okuma alışkanlığını yaygınlaştırmakla kalmamış, aynı zamanda mahkûmların iç dünyalarında bir uyanışa, umutsuzluktan sıyrılıp geleceğe dair bir perspektif kazanmalarına vesile olmuştur. Aytaç Gürel, bu zorlu koşullarda dahi eğitimin ve bilginin dönüştürücü gücüne olan inancını korumuş, kendi karanlığından çıkarak başkalarına ışık olmuştur. Onun bu çabaları, sadece cezaevindeki değil, dışarıdaki hayatında da takip edeceği insana dokunma misyonunun ilk adımlarıydı. Aytaç Gürel’in kitaplarla başlattığı bu direniş, onun sıradan bir mahkûm olmaktan çıkıp, insanlığa adanmış bir kahramana dönüşmesinin temelini atmıştır.